Doğru ve Zaman hatta Adelet

Yalan söylemek hafıza işidir. Ne zaman, nerede kime ve de neler söylediğini hatırlamanız gerekir. Bu üç denklem: “zaman, mekan ve düş”. Hadi terten düşünüp hek (hack) yapalım. Yalanın tersi bilinen dünyada “doğrudur”. Doğru için gereken tek şey onun yalan olmamasıdır. Bu halde zamana, mekana ve kişilere göre demişmez. Değişmeli mi peki? Bilinen dünyada hayır, değişmemeli. Başka bir dünya var mı? Maalesef bilinen dünya sadece bir hayalden ibaret bir hakikat. Nasıl yani demeyiniz zira siyaset kelimesi her şeyi açıklamakta…

Siyaset şu an yazıda kullandığım dilin 1500 yıllık macerasından sonra süreçte kazandığı kelimelerin objetifliğini yitirip iyi ya da kötü anlamlar alması ile kötü bir kelime. Anlamadım deme! Bakire, temiz sıfatının dişi kullanımı. Anlamı ise farklılaşmış. Eleştiriyorum derken sonrasına yapıcı ya da olumlu kelimelerini eklemeniz gerekli zira bu kelime olumsuzdur. Siyaset demek istemezseniz ki savaş yüzyılının gönderilen alimi Said Okur bu konuda şerrinden yek yaratıcıya sığınmıştır. Hadi bu kelimeyi daha ılımlı ve bilgece hale getirelim: İlm-i siyaset! Nerede, kime ve ne zaman ne diyeceğini bileceksin. Ee bu yalan demek değil mi? Hayır, doğruyu söylemeceksin. Zamanını bekleyeceksin. Konuyu değiştireceksin ya da manipüle edeceksin. Saklayacaksın. Şahıs secekceksin.

İlm-i Siyaset! Gerçekten dediğim kadar yalana benziyor mu? Tabii ki de hayır. Sadece bu kelimeleri yazmakla nasipli kişi ne Boşîdir ki beceremediğini kötülüyor tıplı çiğersiz kalmış kedi gibi. Burdasın ama dokunamıyor… kokunu alıyorum… canım çekiyor… uzanamıyor… Sana tü k*ka diyorum. Doğru söylemek o kadar kıymetli ki onu saklayacaksın, allayıp pullayacaksın sonra da insanlardan sakınacaksın ama beyaz katırlı yaver değil prense hatta beyaz atlı ise verecksin!

Bir kankardeşimle 22 yıl sonra konuştum. Yüzyüze, nefesini hissede hissede. Gözlerinidekini göre göre… kanımızı tekrar tazeledik. Bana 7 yıl önce konum göndermişti. Haber vermende gittim. Zili çaldım. Açtı. Sadece sarıldık. Hanımı ve kızı gelene kadar ne bir ses ne de bir göz yaşı… Ses gelince ayakkabılarımı çıkardım. Girdim. Çay varmış. Su istedim. Tevafuk vatandaş olacakmış. 2 hafta sonra benim ona cevap olarak gönderdiğim son konuma gelecekmiş. Habersiz… Kızı ve hanımı ile… Arapçadaki kalp dönek demektir. Bu sana döner, yarın bana. Yazdığım dildeki kalp ise “gön” eden yani sana gömülen sonra da parçan olan demektir. Arapça dinimin dili. Türkçe doğduğum dil.

Oturduk. Şöyle bir baktı bana. Envanterinden “acı tebbessü”mü çıkardı. Cevaben selam verdim. Malum yeri gelmişti selamın. Aldı. Sonra suyu verdi. Toplam 4 ecevit bardağında çay! Nedense duygulanmadım. Ağlamadım da. Göz yaşlarımsa oralı bile olmadı. İçerde ben ve kankam var. Ama 1 su 4 çay. Okuduğunuz için anlamazsınız: 2 kişi eksik. 2 kanka kaldı geriye sene 2024. Bakalım “last kanka” olacak?

Bu yazıyı kalan kankama borçluyum. Şerrinden sığınmam gereken siyaseti fıtratımın bir parçası yapmalıyım. Saklamadan kaçmadan kabul etmeli. Teslim olmalı. Savaşmamalı. Düzene uymalı. Parça olmalı. Adapte olmalı. Kullanmalı. Ortada zaman, mekan ve kişi var. Doğru ya da yalan değil.

1446 Cemaziyelahir 2

veled-i ümmü Enes bin Yücel